Mâşerî plân

Farklı anlamlarda kullanılan bir terimdir:

1. Terim, bazen çeşitli inkişaf kademelerindeki ve çeşitli büyüklüklerdeki varlık gruplarını (Organizasyon), bazen bu grupların bulundukları ‘plân’ları, yani kademeleri, bazen toplu yaşamı (topluluk hayatını) ve bazen de bedenli toplulukları ifade etmek üzere kullanılmaktadır. (165, 166, 77, 110, 175, 291-292, 60-61) Plân

2. Terim, bu anlamıyla ise, mâşerî mukadderat plânı anlamında kullanılmaktadır. Mâşerî mukadderat plânı veya kısaca mâşerî plân, her bedenli ‘varlık’ için, genel tanımıyla; belirli sayıdaki bedeni (ferdi) kapsayan ve bu bedenlerin plânlarını (ferdî plânları) ayarlayan karmaşık plândır. (173, 174, 198, 186, 268, 123) Mâşerî plân, insan varlığı için; ‘ferdî plân’ın üstünde bulunan; belirli sayıdaki insanı (mâşerî kadro) kapsayan; bu insanların ferdî plânlarını ya da bu plânların birbirleri karşısındaki durumlarını nizam ve ahenk içinde ayarlayan; insan türünün yanısıra diğer türlerdeki bedenleri de kapsayabilen; aynı zamanda insan varlıklarını ‘vazife plânı’na hazırlayan; her insanın birine veya birkaçına mensup olduğu komplike plândır. (173, 174, 198, 186, 268, 123)

Mâşerî plânın gerekleri

Bir insan, dünyada tek başına kalırsa ‘görgü ve tecrübe’ sahibi olamaz. (60) Görgü ve tecrübe sahibi olamayınca da ruhun tekâmülüne hizmet edemez. (60) İşte bu noktada, madde kâinatındaki çeşitli mâşerî tekâmül plânlarının zarureti kendisini gösterir: (60) Bedenli varlıklar inkişaf edebilmek için, beden dışında bulunan diğer bedenler ve maddelerle karşılıklı alışverişlerde bulunmak zorundadırlar. (60)

Belirli ‘âlemler’in belirli ortamları nda veya belirli kürelerinde (dünyalarında) bedenler daima birbirlerinin durumlarıyla karşı karşıya kalırlar. (174) Bu karşılaşmalar aynı zamanda, yüksek prensiplerin ayarladığı ferdî plânların bir başka mekanik cepheden daha idare olunuşunu ifade eder. (174) Bütün bu işler, bu nizam ve tertipler yüksek vazife plânlarının organizasyon sistemleri (Organizasyon sistemi) içinde, vazifeli varlıkların işçilikleriyle yürütülür. (174)

Kısaca, kâinat, fertlerin başıboş halde tekâmül ettikleri bir malzeme sahası değildir. (173) O (kâinat), idrakini (idrak edebilme bakımından) güç sezdiğimiz ve güç sezebileceğimiz ‘yüksek prensipler’in vâzettiği (kurduğu, yerleştirdiği, koyduğu) son derece derin ve yüksek mekanizmada, tertiplerin, ayarlanmaların, icapların bütünü, yani ‘Ünite'nin kendisidir. (173) Kâinat ‘İlâhî nizam’ın bir ifadesidir. (173) Dolayısıyla her fert, her vâhit beden bir ferdî plâna sahip olmakla beraber, daima diğer vâhitlerin, yani bedenlerin kendi plânı karşısındaki durumlarıyla ilgilidir, ayarlıdır. (173) Tekâmül, mâşerî plân içinde yürür. (173) Aksi hâlde nizamdan ve ahenkten bahsedilemez. (173)

Mâşerî plânın iki fonksiyonu: Mâşerî plânın, fertleri vazife plânına hazırlıyor olmasının yanısıra, ferdî plânları da ayarlıyor olması

Bedenlerin epröv hayatlarında birbiriyle iştirak ederek kurdukları birçok husus dünya üstüne, vazife plânına hazırlanışın bir ifadesidir. (174)

Kısaca, bedenlerin epröv hayatlarında birbirleriyle iştirak ederek kurdukları, ferdî plânın üstünde yer alan bir mâşerî plân vardır ki, bu plân, insan varlıklarını vazife plânına hazırlama gayesine yönelik olmakla birlikte, aynı zamanda, ferdî plânları da “ikinci derecedeki bir mekanizma”yla ayarlayan komplike bir plândır. (174) Bu ayarlanmalar Ünite’den gelen direktiflere göre vazife plânının tesiri ve kontrolü altında olur. (174) Yani fertler, yaşamakta oldukları mâşerî plâna, vazife plânının çeşitli kademelerinden akan sayısız tesirin hazırladığı sonsuz hayat kombinezonu içinde, kendi epröv, sınav ve inkişaf sahalarını bulurlar. (174) Fertteki tesirlerin yükü arttıkça, inkişaf hızlandıkça, idrak olgunlaştıkça ferdin plânıyla ilgili mâşerî durumlar da ona göre ayarlanır. (174)

Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: (174) Tek fert için mâşerî durum (tüm topluluğun durumu) değil, mâşerî kadronun (mâşerî plâna mensup fertler topluluğunun) her ferdi için mâşerî durum hazırlanır. (174) Bu, çok kaba bir örnekle şöyle açıklanabilir: 100 fertlik bir mâşerî plânda bu fertlerden “a” için 99 ferdin durumu sözkonusudur. (174) Fakat aynı 100 kişiden “b” için de, “a”nın da dahil olduğu diğer 99 kişinin durumu sözkonusudur. (174) “C”nin durumu, “a” ve “b”nin de dahil olduğu 99 kişinin durumuna göre ayarlanır. (174) Yani 1 kişi için 99 kişi seferber edilmez. (174) Vazifeliler son derece ince tertiplerle bu 100 kişiyi birbirleri için vazifelendirirler. (174)

Mâşerî plân içinde fertlere, rol ve vazifelerin onların tekâmül durum ve ihtiyaçlarına göre dağıtılması ve buna göre maddelerin de ayarlanması

Kuşkusuz bu yüz kişinin tekâmül ölçüleri birbirinin aynı değildir. (174) Herkesin ihtiyacı ve tekâmül icabı, yine aynı ince mekanizmayla değişir; “a”nın 99 kişiye karşı durumu ile “b”nin 99 kişiye karşı durumu aynı değildir. (174-175) Aynı şekilde, bu mâşerî plân içinde maddeye karşı durum da her bir fert için değişir. (175) Bütün bunlar, vazifeli varlıkların vazifeleri icabı olarak gönderdikleri tesirlerin, madde kombinezonlarında ve bedenlerde meydana getirdikleri “miktarî değişmeler”le (Düalite prensibi) olur. (175)

Buradaki mekanizmalardan haberi olmayan fertler, anlayamadıkları birtakım esrarlı olaylar içinde yuvarlandıklarını zannederler. (175) Bu 100 kişilik mâşerî plân içindeki icaplara tâbi olarak meydana gelen miktarî değişmeler kombinezonuna göre; bir insanın fakir oluşuna karşılık, diğerinin orta gelir düzeyinde, bir diğerinin de zengin oluşu; birinin kültürlü, ötekinin cahil oluşu; birinin şoför, diğerinin müzisyen, bir diğerinin de çöpçü oluşu; birinin mutlu, diğerinin mutsuz oluşu; birinin iyi, diğerinin kötü oluşu; birinin hastalıklı, diğerinin sağlam oluşu; birinin huylu, diğerinin huysuz oluşu; birinin egoist, diğerinin diğerkâm oluşu; kısacası hepsi, hep zaman ve mekân kadrolarında, Aslî Prensibe göre (Aslî Prensibin icaplarına göre), inkişaf icaplarının yerine getirilmesi için Ünite’den süzülerek gelen tesirler kanalıyla, ferdî ve mâşerî miktar değişmeleri tekniğiyle meydana getirilirler ki, aynı mekanizmaya tâbi maddelerin miktar değişmeleri de, o mâşerî plândaki insanların üstte belirtilen bu durumlarına göre ayarlanır. (175) İşte toplulukların insanlara görünen zâhirî (görünürdeki, görünüşteki) gayelerinin ötesinde gizlenmiş hedefler bunlardır. (175)

Mâşerî plânlara hücrelerin, bitkilerin, hayvanların ve bedensiz varlıkların da dahil olması

Her insan, mâşerî plânlardan birine veya birkaçına mensup olmuş durumdadır. (199) Bir insan varlığının bir mâşerî plâna mensup oluşu bazen kendi seçimiyle olmaktaysa da, çoğunlukla zoraki (zorla) olur. (199) Kuşkusuz bu zoraki itilişler de yine yüksek gayelere yöneliktir. (199) Ferdî plân

Mâşerî durumlar yalnızca insanları kapsamaz, hayvanları ve hatta bitkileri de kapsar; bir hayvanın kendisine mahsus mâşerî plânında hayvanların yanısıra bitkiler ve hatta insanlarla direkt veya endirekt ilişkileri bulunabilir. (266, 197) Bir hayvan varlığının inkişafı için ne gerekiyorsa, vazifelisi tarafından çeşitli tertipler, nizamlar dahilinde meydana getirilir: (267) O varlığın otomatik olan mâşerî plânına girecek, gerek kendi türünden, gerekse başka türlerdeki diğer varlıklarla (bitki, insan ve diğer hayvanlarla) çeşitli ilişkilerini tayin ve tespit etmek üzere, tertip ve nizamlar birbirleriyle ayarlanır. (267) Mesela, o bir köpek olacaksa ve kudurarak ölmesi icap eden bir insan varsa, onun köpek hayatındaki inkişaf imkânlarını hazırlayan tertipler arasında, o insanın o köpeğe sahip olması da sağlanır. (267) Böylece köpek o insanın kudurmasına neden olarak onun ferdî ve mâşerî plânında birtakım sonuçların meydana gelmesini sağlar. (267) Bütün bunlar dünyadaki genel tekâmülü yürüten büyük nizamın ahengi içinde cereyan ederler. (267)

Mâşerî durumların farklı inkişaf sahaları nda bulunan insanları, hayvanları, bitkileri ve hücreleri bir araya getirmesi hâli, bir zarurettir; bir başka deyişle, bu hal, varlıkların dünyada büyük bir varlık kadrosu içinde, birbirlerini yetiştirmek suretiyle derece derece hazırlamaları zaruretinin bir icabıdır. (197) Bunun en objektif örneği beden hücreleridir. (197)

Bir insanı teşkil eden (oluşturan) ve idare eden varlığın o insan bedeniyle, karşılıklı bir organizatör-organizma (Organ) durumu vardır: (78) İnsan varlığı, bütün bedeni, organizmayı sinir sistemi hücrelerinden oluşturmuş bulunduğu manyetik alana (o hücrelerin manyetik alan sentezine) hâkim olmak suretiyle, o hücreler vasıtasıyla idare eder. (78) Burada varlık organizatör, beden ise organizmadır. (78) Bedeni oluşturan hücreler, organlar, sistemler vardır. (186) Bütün bu cüzler, birbirine tâbi olarak ve sistemleşerek beden organizması nın bütününü meydana getirirler ki, beyin bunun organizatörü olarak görünmekle birlikte, beyin de asıl organizatör olan varlığa bağlıdır. (186) Beden organizmasını teşkil eden daha küçük organizmaların da insanınkinden çok daha basit olmak üzere birer varlıkları, yani organizatörleri vardır ki, onlar da kendi çaplarında nispeten daha basit ruhların tekâmüllerine hizmet ederler. (186)

İnsanlar, bu ilkel varlıklarla mukadderleri bağlı olarak, geniş bir mâşerî plân içinde kucak kucağa yaşamaktadırlar. (197) Mesela bir insanın kalbini oluşturan hücreler, inkişaflarını sağlamak için o insan bedenine ne kadar muhtaç iseler, o insan bedeni de yaşayabilmek için bu hücrelere o kadar muhtaçtır. (197) Birinin hastalığı diğerini etkileyeceği gibi, her ikisinin sağlığı da ortak (müşterek) sağlığı (selâmeti) sağlar. (197) İnsan bedeninin bütün durumlarından o bedene hâkim olan varlık sorumludur. (186)

İnsanların kendilerinden daha küçük bu varlıklarla ve onlardan daha önemli ve idrakli olan hemcinsleriyle kurdukları bu mâşerî plânlarının yanısıra, bazı bedensiz varlıklarla kurdukları plânlar da vardır. (198)

Görünüşü itibariyle ahenksizlik sanılan ahenk

Bir insanın bilgisini hazırlayan olayların tertip ve sıralanışları tekâmülle ilgili bir sürü ferdî ve mâşerî plânlara ve bir sürü nizama tâbidir ki, bu nizamlar da ancak üstün idrakler ve kudretler tarafından yürütülebilir. (123)

Dünya idrakine göre her an birbirlerini yiyen dünya bedenleri; bu hareketleriyle, aslında birbirlerine zarar vermeyip, bilmeden ve idraksizce yardımlaşmaktadırlar ve bunun böyle olması da, onların mâşerî plânları içinde bir zarurettir. (275) Böylece en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün bitkiler, hayvanlar ve insanlar âleminde bazen müspet, bazen menfî şekillerde görünen, büyük nizam ve ahengin icaplarına bir uyuş, bir katılış hâli akıp gider. (275) Bir başka deyişle, mâşerî plân, kendi imkânları içindeki inkişaf icaplarını yerine getirmek için, birbirine dayanarak ve birbirinden habersizce güç alarak yan yana yürüyen ferdî plânların bir sentezidir ki, bu da insanlık hayatındaki inkişaf ‘otomatizma’sının bir zaruretidir. (198)

Sonuç olarak, ortada mağdur olan kimse ve gadir (haksızlık, zulüm) diye bir şey yoktur; üstte bir örnek olarak gösterilen o 100 kişilik mâşerî plânın her ferdi, o 100 kişi için çalışarak kendi tekâmülünü sağlamaktadır. (252)

Hayvan varlıklarının mâşerî plânları ve vazife safhasına kadar yükselişleri

Hayvanların mâşerî plânları, bu plânların nasıl düzenlendiği ve bir hayvan varlığının vazife plânına kadar nasıl inkişaf ettiği hakkında bir sezgi sağlamak üzere şu örnek verilebilir:

Küçük bir kuş yumurtasını ele alalım! (264) Bu basit kuş yumurtasının bile, büyük kâinat ahengi içinde muazzam sonuçlarla birbirine bağlı, çok tertipli ve nizamlı sayısız durumları vardır. (264) Yumurtanın bu büyük ahenge bağlı olan hayatını izleyelim: (264)

Bu yumurtadan zamanla küçük bir yavru meydana gelecektir. (264) Bu yavrunun meydana gelmesi için onun bir süre belirli bir ısı derecesinde muhafaza edilmesi lazımdır. (264) Bunun için de annesi olan dişi kuşa yukarıdan, bu işle vazifeli bir ‘Plân’dan bazı tesirler gönderilir. (265) O kuş bu tesirlerin altında bazı içgüdülere sahip olur. (265) Bu içgüdüler sonucunda yumurtanın üzerinde bir süre sebatla oturur. (265) Bedeninin ısısıyla, onun içindeki tohumun bir yavru kuş hâlinde yetişmesini sağlar. (265) Neden-sonuç zincirinin buraya kadar sıralanan birkaç halkasını yürüten tertip ve nizam aşikârdır (açıkça bellidir). (265) Bu, büyük bir ahengin ifadesidir. (265)

Yumurtadan çıkan ve koca kâinatın içinde bir damla bile olmayan kuş yavrusunu hiçe saymak, hatta küçümsemek çok yanlıştır. (265) Unutulmamalıdır ki bu yavru da kâinatın bir parçasıdır ve onun yaşama ve büyümesi için, kâinat mekanizmasının onun hesabına düşen cüzleri sürekli olarak çalışmaktadırlar. (265) Nitekim, yumurtadan yeni çıkan yavru henüz basittir, tecrübesizdir, acemidir; uçmasını bilmez, yemesini bilmez, düşmanlarını tanımaz, tehlikeleri görmez, gıdasını nerelerden, nasıl sağlayacağını belirleyemez. (265) Dolayısıyla dünyaya gelir gelmez öylece kendi hâline bırakılırsa yaşayamaz, ölür. (265) Oysa onun yaşaması, birtakım işler görmesi lazımdır. (265)

Şu hâlde, bu işleri ona öğretecek ve yaptırtacak birine ihtiyaç vardır, o biri de işte, yine, onun dünyaya gelmesine yardım eden dişi kuş olmalıdır. (265) Fakat o dişi kuş, inkişaf düzeyi itibariyle, bunu düşünemez ve yavrusunun bu ihtiyacını takdir edemez. (265) O zaman, tekâmül nizamında vazifeli varlıkların müdahalesi başlar ve o kuşa öyle tesirler gönderilir ki, bu tesirlerin meydana getireceği içgüdülerle, ana kuş, bu kez, tehlikeler karşısında ortaya canını dahi koyacak derecede, yavrularını beslemeye, onları –kendilerini kurtarabilecek duruma gelinceye kadar– terbiye edip büyütmeye mecbur olur. (265) Yavru kuşun yaşamasına ve bunun için de dişi kuşa yukarıdan tesirlerin gönderilmesine lüzum vardır. (265) Çünkü o yavru, dünyaya, varlığının kuş hâlindeki inkişaf ihtiyacını gidermek için gelmiştir. (265) O, bu sayede dünyadaki kuş bedeninin bütün icaplarını yerine getirecek, görgü ve tecrübelerini –otomatik bir mekanizma içinde– kazanacak, çevresindeki diğer varlıklarla olan ilişkileri sayesinde de, onların bazı tatbikatları na vesile olacaktır. (265) Bütün bu işler için lüzumlu tertipler, vazifelilerin yardımıyla kurulacak ve kuş, böylece dünyadan alacağını almış, vereceğ ini vermiş bulunacaktır. (265-266)

Bütün bunlar olup bittikten, yani kuşluk kademesinin bütün icaplarını yerine getirdikten sonra, artık onun kuş bedenini bırakması gerekir. (266) Çünkü o şimdi, daha ileri bir inkişaf imkânına kavuşmak ihtiyacını duymaya başlamıştır. (266) Bu imkânı sağlamak için de yeni bir tertibe lüzum vardır. (266) Onunla vazifeli olanlar, bu tertibi de yoluna koyarlar; başka bir bedene girmek üzere dünyadan ayrılması icap eden bu kuşu, dünyadan uzaklaştıracak çeşitli vasıtalardan –diğer varlıkların da tekâmül ahengine– en uygun olanına başvururlar: (266) Mesela, o sıralarda günlerden beri yiyecek bulamamış, aç kalmış, yaşaması icap eden bir kedinin de bu olaydan faydalanması, yukarıdaki tertip mekanizmasına pekâlâ uygun gelir. (266) Dolayısıyla vazifeli tesirler (vazifelilerden gelen tesirler) o aç kalmış kediye inmeye başlar ve onu kuşu yemesine yönelik faaliyete sevk eder. (266) Kedi bu sayede hem karnını doyuracak, hem de kediliğinin kendisine kazandırması icap eden bazı melekelerini geliştirecektir. (266) Aynı (bu olayın olmasını sağlayıcı) tesirler, artık dünyadan ayrılması icap eden kuşa da iner, kuşu kedinin tam bulunduğu yere sürükler. (266) Bu tesirlerin altında kuşun gözü kediyi görmez, doğruca, kedinin kolayca uzanabileceği yere konar; kedi de kuşu yakalar ve yer. (266) Böylece olayların akışı bir başka varlığın (kedi varlığının) plânının kapsamına da girmeye başlamış bulunmaktaysa da, yine sadece kuşun âkıbetine devam edelim! (266)

Buraya kadar kuşun yumurtadan çıkıp ölene dek geçirdiği hayat olaylarından ancak birkaçı ele alındı ve bunların ne kadar mükemmel bir tertiple, belirli maksatlara doğru ilerleyen neden-sonuç bağları ve tertipleri gösterildi; fakat onun mâşerî plânında bunlardan başka, bitki ve hatta insanlarla da direkt veya endirekt olarak birçok ilişkisi bulunabilir. (266) Bütün bunlar, genel inkişaf ahenginin çerçevesini kıl kadar aşmadan devam eder. (266) Bunlar içinde iyi görünen hâller olduğu gibi, yem’ini edinebilmek için yere konan kuşcağızın canavar bir kedi tarafından durup dururken parçalanması gibi, görünüş itibariyle insana kötü, bozucu, düzensiz görünebilecek hâller de vardır. (266) Ama üstte verilen bilgiden sonra, burada ahenksizlik değil, aksine ahengin ve tertibin en mükemmel mekanizması gözlemlenir. (266) Çünkü bu tertipler sayesinde o kuş, artık daha üstün ve inkişafa daha müsait bir başka bedende dünyaya gelecektir. (266)

Üstte belirtilen tertiplerle dünyadan ayrılmasından sonra, imkânı daha bol, bir başka hayvan bedeninde dünyaya gelecek bu varlık için, yine analar, babalar, mürebbiler (terbiye ediciler, eğiticiler), çevreler, iklim şartları, yardımcılar, kısaca her şey hazırlanır. (266-267) Bu varlığın inkişafı için ne lazımsa hepsi, vazifelisi tarafından çeşitli tertip ve nizamlar dahilinde meydana getirilir. (267) O varlığın otomatik olan mâşerî plânına girecek gerek kendi türünden, gerekse başka türden diğer varlıklarla çeşitli ilişkilerini tayin ve tespit etmek üzere tertip ve nizamlar birbirleriyle ayarlanır. (267) Mesela, o bir köpek olacaksa, köpek hayatındaki inkişaf imkânlarını hazırlayan tertipler arasında, kudurarak ölmesi icap eden bir insanın o köpeğe sahip olması da sağlanır. (267) Bütün bunlar dünyadaki genel tekâmülü yürüten büyük nizamın ahengi içinde cereyan eder. (267) Köpeğin ölüm vakti gelmiştir, ölecektir; plân gereğince köpek kuduz olur. (267) Bu sırada onun sahibi olan insan da dünyadaki işini bitirmiş, yeni bedenlerde inkişafına devam etmek üzere dünyadan ayrılacak duruma gelmiştir. (267) Yine tertip ve plân gereğince kuduran köpek onu ısıracak, kudurtacak ve böylece ikisi de ölecektir. (267) Bütün bunlar birbirine bağlı büyük ahenk içinde yürüyen tertiplerdir. (267)

Görüldüğü gibi, varlığın basit bir yumurta hayatından itibaren çevreyle olan ilişkilerinde; mesela kuş hayatında kediyle olan ve köpek hayatında insanla olan ilişkileri hikâyelerinde, görünüşte birbirine zıt yönlerde görünen, bozuk gibi görünen hayat yürüyüşü, aslında genel tekâmül ve inkişaf ahengine gayet uygun ve düzenli bir seyir izlemektedir. (267) Bu yürüyüş; yetişkin bir kuşa analık vazifelerine ilişkin ilk içgüdülerin hazırlıklarını kazandırmış, kuş bedeniyle bir kedinin yaşamasını ve bazı melekelerinin inkişafını sağlamış ve köpek bedeniyle bir insanın kudurmasına neden olarak da, onun ferdî ve mâşerî plânı nda birtakım sonuçların meydana gelmesine neden olmuştur. (267) Bunların hepsi bu varlıkların tekâmülleri için muhtaç oldukları en lüzumlu durumların meydana gelmesi içindir. (267) İşte bu hâl, büyük ahengin dünyaya ait tezahürünün küçük bir parçasıdır. (267) Birbirine aykırı görünmesine rağmen tek bir gayeye doğru yürütülen bu tertipler, aslında büyük tekâmül nizamının, dolayısıyla ‘kâinat ahengi’nin icaplarındandır. (267-268)

Bu varlığın basit bir yumurtadan başlanarak ele alınan, böyle sayısız bedenler içinde, diğer sayısız varlıkla sayısız ilişki ve bağlar kura kura, gittikçe irtibat sahasının kapsamını arttıra arttıra, nihayet günün birinde bir insan bedenine yükselerek, onu kullanabilecek kudrete erişmesi ve bu âna gelinceye kadar çevresiyle olan milyarlarca ilişkilerinde kâinatta milyarlarca olayı meydana getirmesi ve ayrıca, bu olayların kıl kadar şaşmadan birbirine bağlı olup birbirini desteklemesi; bu ahengin nizamlı tertiplerinin en canlı gözlemini meydana getirir. (268)

Bu insanın çevresiyle, ailesiyle, dostları yla, diğer insanlarla, cemiyetle, ulusla, nihayet direkt veya endirekt bütün beşeriyetle kuracağı mâşerî plânlar içinde, sayısız ilişkileri, bağları, tesirleşmeleri olacak ve insanlık safhasındaki bütün hayatları boyunca devam edecek bu bağ, ilişki ve tesirleşmeler, sayısız tertip ve kombinezonlar içinde bütün insanlığı ve hatta kâinatı ilgilendiren sonuçlar doğuracak ve onun artık kâinatşümûl olan sonraki hayatları da, kâinat ahenginin nizam ve tertiplerine tam bir mutabakat (intibak hâlinde olma) hâlinde ‘Ünite’ye doğru ilerleyecektir. (268)

Burada görülüyor ki, basit bir kuş yumurtasının kâinatşümûl bir varlık hâline gelinceye kadar yürüyeceği yol üzerinde; onun ferdî plânlarına bağlanmı ş mâşerî plânı olacak; o mâşerî plânın diğer mâşerî plânlarla direkt veya endirekt tertip ve nizamlarda ilişkileri kurulacak; bütün bu ferdî ve mâşerî plânların icaplarına uygun çeşitli çevre ve tabiat şartları mevcut olacak; bu şartlar ile o plânlar ayarlanacak (birbirlerine ayarlanacak); bu ayarlamalar, nizamlaşmalar ve ahenkleşmelerde çok farklı derecelerdeki, kimisi tümüyle otomatik, kimisi yarı idrakli, kimisi tam idrakli bir sürü vazifeli varlık vazifelenerek çalışacak (Hâmi ve yardımcı varlıklar), bu varlıkların üstünde de, “yüksek, üstün vazife plânı varlıkları” birer “idareci” olarak, Ünite’den aldıkları icap direktiflerine göre, kendi direktif ve kontrolleri altında onları sevk ve idare edecek; nihayet o basit yumurta günün birinde büyük vazife plânının idare mekanizması nda diğerleri gibi rol almış, kudretli bir varlık hâline gelecektir. (268, 78) Burada bu basit kuş yumurtasının çok ilerilerde, büyük bir vazifeli varlık hâline geleceğini gören ve daha basit bir yumurta hâlinde iken onun bu yüksek durumunu sağlayıcı lüzumlu ilk hazırlıkları tertip ve tayin edebilen kudret, o büyük ahenkten gelmektedir. (268-78) Yani bir varlığın milyarlar ve milyarlarca yıl sonra gelecek durumlarının ilk hazırlıklarının tayin edilerek, bu hazırlıkların kıl kadar şaşmadan hedefine doğru yürütülmesi ancak büyük ahengin kudretiyle mümkün olabilir. (269)

Artık açıkça görülüyor olmalıdır ki, bütün bu faaliyetler, tekâmülü hedef alan ve kâinatı tüm olaylarıyla tek bir oluşa bağlayan ilâhî nizamın büyük ahengi içinde cereyan etmektedir ve dünya varlıklarının tek cepheli, kısır idrâkleri karşısında genellikle menfî görünüşlerine rağmen, bu nizam, tam ve şaşmaz bir ahenk içinde akıp gitmektedir. (269) Varlıkların inkişaf ve tekâmüle ait tüm hareketleri, ancak bu kâinat ahengi içindeki nizamların, tertiplerin ışığı altında yürüyebilir. (269) Her tertip, her olay, ilâhî icabın tecellisi olan kâinat ahenginin, bütün varlıkları kapsayan tekâmül zaruretlerini karşılar. (269) Şu hâlde, kâinatın bütün âlemlerinde olduğu gibi, bu ilâhî icabın kapsamına giren dünyamız da kuşkusuz bu büyük ahengin içindedir. (269)

Dolayısıyla bir kuşun aç bir kedi tarafından parçalanması, hem kuşun, hem de kedinin inkişafı için ne kadar lüzumlu ve kâinatın tekâmül plânı ile ne kadar düzenli bir olay ise; bir liderin, bir devlet başkanının görünürdeki şu veya bu nedenlerle bir ulusu harbe sürüklemesi, pek çok insanın ölümüne neden olması, birçoğunun açlık, sefalet, ıstırap içinde kalmasına yol açması da, bu işe karışmış bütün varlıkların ayrı ayrı paylarına düşen inkişafları için o kadar lüzumlu ve kâinatın genel tekâmül plânında o kadar ahenkli bir olaydır. (269) Üstteki örnekte, hem kuş, hem kedi yüksek inkişaf hedeflerine varmak için bu işe nasıl otomatik olarak sürüklenmişseler, burada da o lider ve onun peşine takılanlar, aynı yoldaki büyük hedefe doğru kurulmuş ahenge, öylece otomatik olarak katılmış bulunmaktadırlar. (269) Bütün bunların sonucunda kuşkusuz sayısız inkişaf hamleleri yapılmış olunacak, o insanların önlerine sonsuz ilerleme imkânları açılmış olacaktır. (269-270) Buradaki boğuşmaların, kırışmaların, vuruşmaların perişan, ahenksiz, bozuk ve düzensiz görünen manzarası; hakikatte insanların idraklerinin üstünde bir tertiple, onların lâyık oldukları ve istedikleri ıstıraplı, azaplı, işkenceli yollardan inkişaf imkânlarını sağlayan ahenkli bir durumun ifadesidir. (270)

Ferdî plân

Aile

Uluslar

Kader mekanizması

Sınavlar

Kâinat ahengi